Ana içeriğe atla

Dharma Meditasyonları: 1- Benlik ve Başkaları





Zihni sakinleştirme ve dikkat yoğunlaşmasını arttırma amacıyla sadece nefesimizi, bedensel, duygusal ve zihinsel anlık değişimlerimizi izleyerek yapılan sakin duruş (samata) meditasyonu, dharma meditasyonlarının hazırlık aşamasını oluşturur. Eğer okuma veya dinleme, akıl yürütme ve tartışma gibi zihinsel çalışmaları rahatlıkla yürütebiliyorsanız, dikkat ve yoğunlaşma eksikliği gibi zihinsel sorunlarınız bu tür çalışmalarınıza engel olacak düzeyde değilse, dharma meditasyonları için gereken samata yani zihin sakinliğini elde etmiş sayılabilirsiniz.

Dharma, birden çok anlamı olan bir kelime. Kısaca olgular veya gerçeklik üzerine teoriler olarak tanımlanabilir.

Hepimiz, bilinçli ya da bilinçsizce, yaşayışımızı tartışmasız gerçek olarak kabul ettiğimiz bazı teoriler ya da dünya görüşleri üzerine kurarız. Üzerinde özel olarak araştırma ve inceleme yapmadığımız zaman, çevremizde geçerli olan, çoğunluğun benimsediği dünya görüşünü farkında olmadan benimseriz. Çevremizde geçerli dünya görüşlerinin bilincine varamadığımızda, doğumdan ölüme, bütün yaşayış biçimimizi bu görüşlere göre düzenleriz ve bunu yaparken, kendimizi doğal bir etkinlikte bulunuyormuşuz gibi hissederiz.

Dünya görüşlerimiz, gerçekliği algılamamızı etkiler. Buna karşın gerçeği “saf bir şekilde”, hiç bir etki altında kalmadan algıladığımızı sanabiliriz.

Kendimizi ve diğer varlıkları birbiriyle bağıntılı, değişken süreçler olarak görmek yerine, birbirinden tamamen yalıtılmış, değişmez, katı varlıklar olarak kabul etmek, her şeyi “ben/bana ait” ve “başkaları/başkalarına ait” ikiliği içinde ele almak, alıştığımız bir dünya görüşüne örnek olabilir. Bu görüşü incelemek, geçerli olup olmadığını sorgulamak istemeyiz, çünkü bu görüş biçiminin önemli kişisel ve toplumsal sorunların kaynağı olduğuna tanık olsak bile, dünyayı böyle görmeye alıştığımız ve bu görüşü büyük bir çoğunlukla paylaştığımız için, değiştirmeyi çok zor buluruz.

Ben ve bana ait dediğimiz varlıkların kaç görünümü var ve özellikleri neler? Benliğin gerçekten değişmez, her şeyden ayrı ve bağımsız bir yanı var mı?

Varlığımızın en somut görünümü, beden, sürekli değişen ve yenilenen bir süreçler bütünü olarak görülebilir. İnsan bedeni varlığını korumak için tüm canlı organizmaların gerek duyduğu şeyleri dışarıdan sağlamak zorunda olduğu için, başka varlıklara bağımlı kalır. Bedenimizin kalıcı, değişmez bir yönü olduğuna inanmak ya da bazı uygulamalarla bedenimizi kalıcı kılabileceğimizi ve böylece “ölümsüzlüğe” ulaşabileceğimizi düşünmek, çok eski uygarlıklardan bu yana varolan bir düşünce tarzına işaret eder. Aslında yaşadığımız sürece, yaşlanma ve diğer etkenlerin bedenimizde yol açtığı değişiklikleri ve bedenimizdeki moleküllerin yedi yılda bir tamamen değiştiğine ilişkin bilimsel bulguları düşünecek olursak, bedenin özsel anlamda sürekliliğinden sözetmenin anlamı kalmaz.

Bedenimizden ayrı ve bağımsız olmayan ve dışarıdan gözlenebilen, kesin hatlarla belirli bir biçimi bulunmayan süreçler, benliğin diğer yönünü oluşturur. Algılar, olumlu, olumsuz ve kayıtsız tepkiler, bilinci şartlandıran, düşünce düzeyinde ele alınmamış alışkanlıklar, bilinçli zihinsel süreçler... Bu süreçler hakkında farklı anlayışlar geliştirilebilir, farklı sınıflandırmalar yapılabilir, birbiriyle nasıl etkileşim içinde oldukları incelenebilir. Bütün bu süreçlerde belirli bir süreklilik varsa, bu bir akarsuyun hareketine ya da yanmaya devam eden ateşe benzetilebilir. Ancak bunlardan birinin veya bir kaçının değişmez, her şeyden bağımsız ve kalıcı varlığa sahip olduğu görüşünü kabul ettiğimiz ve kendimizi bunlarla özdeşleştirdiğimizde, “ben” ve “bana ait olan” kavrayışı ortaya çıkar.

Ben dediğimiz, kendimizin ve başkalarının zihninde kurgulanmış hikayelerden oluşan kırılgan varlığı ayakta tutmayı amaç haline getirdiğimizde, onunla ilgili değişmemesi gerektiğine inandığımız her şeye sarılırız. Anılarımızın, alışkanlıklarımızın, sahip olduğumuzu düşündüğümüz özelliklerimizin, çevremizde bulunan varlıkların hep aynı kalmamasından belirsizce ya da daha şiddetli bir huzursuzluk duyarız. Ne zaman belleğimizdeki anılara başvursak, bu belleğin içeriğini bir ölçüde değiştirdiğimizi, belleğimizi yeniden yazdığımızı gösteren araştırmalar, aslında benliğin kırılganlığını gösteriyor.

Bir varlığı ya da olguyu karşımıza koyup, ona sadece benliğimizi belirli bir hikaye çerçevesinde varetmesi için bir araç, bir nesne gibi yaklaştığımızda, sorunlara davetiye çıkarmış oluruz. Zaman içinde koşullardaki değişimler, hikayeye uymaz, araç ve nesne olarak gördüğümüz varlıklar isteklerimizi karşılamaz, ancak bu noktada, yeni hikayeler kurgulayıp yanılgılarımızı beslemeye devam etmeyi seçebileceğimiz gibi, bu bakış açısından vazgeçmeyi de seçebiliriz.

Kendimizden ayrı ve bağımsız gördüğümüz varlıkların da benliğimiz gibi değişken süreçlerden oluştuğunu ve bu süreçlerin doğal ve sosyal ekosistemler içinde, etkileşim halinde olduğunu anlayabilirsek, başka varlıkları nesneleştirmekten, araçlaştırmaktan uzaklaşabiliriz. Kendimizi diğer varlıklarla çatışma içinde kurgulamak zorunda kalmayız. Doğayla ve insanlarla çatışma anlayışı, yerini etkileşim, açıklık oluşturma ve bağıntılı varoluş anlayışına bırakır. Böyle bir anlayış dar benlik sınırlarını aşmamızı ve özgürleşmemizi sağlar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dört Farkındalık Temeli Meditasyonu ve Düşünme Etkinliği

Meditasyon kelimesinin kökenini araştırdığımızda Eski Yunanca medomai, Latince meditatio kelimeleriyle karşılaşıyoruz.   Bu kelimenin kökü “med”, ölçüp değerlendirme, öğüt verme ya da iyileştirme anlamlarını taşıdığı kadar, düşünme, söylem üretme, bir konu üzerinde derinlemesine çalışma gibi anlamlara da geliyor. Aslında zaman içinde çok farklı karşılıklar atanmış bir kelime. Öyle ki bazan Eski Yunanca ve Latince’deki anlamının tamamen zıddına dönüştüğünü görüyoruz. Çünkü günümüzde meditasyon kelimesi, yaygın olarak   “zihni düşüncelerden arındırmak, boşaltmak” ya da “düşünceleri durdurma” çabası anlamında da kullanılıyor. Sözü fazla uzatmadan söylemek gerekir, zihni tüm düşüncelerden arındırmak, boşaltmak imkansız olduğu gibi, geleneksel dört farkındalık (sati) temeli meditasyonunda   amaçlanan da, böyle bir “arındırma” ya da “durdurma” değil. Meditasyon, bütün düşünceleri durdurmak olarak tanımlandığında,   zihinsel çalışmanın çok önem verilen bir pratik...

Farkındalığın Tanımı - Thanissaro Bhikkhu

Nefes farkındalığı ne anlama gelir? Çok basit bir şey: nefesi akılda tutmak. Her nefes aldığınızda ve verdiğinizde nefesi hatırlamak. “Farkındalık” (mindfulness) terimini Pali dilindeki sati kelimesini çevirmek için oluşturan İngiliz akademisyen, büyük olasılıkla “başkalarının ihtiyaçlarını sürekli akılda tutmaktan” (be ever mindful of)   sözeden Anglikan duasından esinlenmişti. Ancak “farkındalık” sözü, Hristiyanlığa ilişkin bir kökenden geliyor olsa da, Buda da dört farkındalık temelini ( satipatthana) içeren meditasyon uygulamasında satiyi, akılda tutma yetisi olarak tanımlamıştı. “Farkındalık yetisi nedir? Bir bhikku ya da öğrenci, farkında olduğu zaman son derece dikkatlidir ve   çok uzun zaman önce yapılmış ve söylenmiş [öğretiyle ilgili] konuları aklına getirip hatırlayabilir. (Bu noktada dört farkındalık uygulaması formülü anlatılıyor:) Bedene, sadece bedenin kendisi içinde ve bedenle ilgili olarak, dış dünyayla ilgili hırs ve kaygıları bir kenara bırakıp, istekli...

Üç Zehir: Kapalı Dünya Görüşü, Hırs Ve Öfke

Kişisel ve toplumsal düzeyde örneklerine en sık rastladığımız, zihinlerimizin dengesini bozan, acı çekmemize yol açan üç zehirden sözedebiliriz. Bunlardan en temel olanı kapalı dünya görüşü. Çevresindeki tüm olaylara, olası en dar çerçeveden yaklaşan, kendini büyük bir sistemler zincirinin parçası olarak değil, çevresiyle çatışan, çıkarlarını elde etme çabasında tekil bir varlık olarak gören dünya görüşü, giderek insanı yalnızlaştırır. Çevresine karşın hayatta kalmaya çalıştığını düşünen biri, zaman içinde savunduğu bütün değerleri kaybeder ve geçmişte dayanışma içinde olduğu kişilere bile saldırabilir. Tek amacı başkalarını ezip ayakta kalmak olduğu için, birileriyle dayanışma içinde göründüğü zaman bile, “düşmanımın düşmanı dostumdur” anlayışıyla kirli bir çıkar oyunu oynar. Yalan, örtbas etme, saptırma, yanıltma taktiklerine başvurur ve en başta yanılgı içinde olanın kendisi olduğunu farkedemez duruma gelir. Kapalı dünya görüşünün toplumsal düzeydeki yansımasını ...