Kişisel ve
toplumsal düzeyde örneklerine en sık rastladığımız, zihinlerimizin dengesini
bozan, acı çekmemize yol açan üç zehirden sözedebiliriz. Bunlardan en temel
olanı kapalı dünya görüşü. Çevresindeki tüm olaylara, olası en dar çerçeveden
yaklaşan, kendini büyük bir sistemler zincirinin parçası olarak değil,
çevresiyle çatışan, çıkarlarını elde etme çabasında tekil bir varlık olarak
gören dünya görüşü, giderek insanı yalnızlaştırır. Çevresine karşın hayatta kalmaya
çalıştığını düşünen biri, zaman içinde savunduğu bütün değerleri kaybeder ve
geçmişte dayanışma içinde olduğu kişilere bile saldırabilir. Tek amacı
başkalarını ezip ayakta kalmak olduğu için, birileriyle dayanışma içinde
göründüğü zaman bile, “düşmanımın düşmanı dostumdur” anlayışıyla kirli bir
çıkar oyunu oynar. Yalan, örtbas etme, saptırma, yanıltma taktiklerine başvurur
ve en başta yanılgı içinde olanın kendisi olduğunu farkedemez duruma gelir.
Kapalı dünya görüşünün
toplumsal düzeydeki yansımasını dünya çapında kurumlaşmış olarak yaygın medyada
görüyoruz. Tüm modern kurumlar gibi, onları oluşturan bireylerden bağımsız
egolar haline gelen bu kurumlar eliyle, günübirlik politik ve ticari çıkar ve
kazanç elde etme amaçlı çıkar birlikleri doğal ve toplumsal ekosisteme (toplumsal
ilişki ağlarına) savaş açıyor. Örneğin bu anlayışla, küresel iklim
dengesizliklerinin insan eliyle oluştuğu ve aşırı karbon salımından kaynaklandığı
gibi yaşamsal önemdeki bir gerçek yaygın medyada inkar ediliyor, çarpıtılmış bilgilerle
üzeri örtülüyor. Böylece üç günlük çıkarlar için gezegende milyarlarca yılda
oluşmuş yaşam tehlikeye atılabiliyor. Kapalı dünya görüşünün tutuculuğu, o
kadar büyük bir körlüğe yol açıyor ki, küçük çıkarları elde etme hırsı daha
ötesini görmeyi engelliyor. “Bize karşı onlar” anlayışının yüceltildiği her mesaj,
bu tutuculuğu ve körlüğü besliyor.
Kapalı dünya
görüşünün, her zaman büyük bir hırsa yol açması şaşırtıcı değil.
Doymak bilmez
bir açgözlülüğün beslediği hırsla insanların içinde yaşadıkları ekosistemde
yaratacakları dengesizlikler, sözkonusu ekosistemin dönüşümüne neden olacak, bildiğimiz
dünyayı yok edip yaşamı ortadan kaldıracak kadar büyük olabilir. Hırsın
toplumsal düzeyde yansımasını büyük finansal çıkar gruplarında görüyoruz. Bu
gruplara hizmet eden uzmanlara soracak olursanız, hiç bir korporasyon yeterince
karlı değil. Sürekli büyümeden sözediliyor. Üretim ve tüketim ne pahasına
olursa olsun, gezegendeki “hammadde” olarak adlandırdıkları doğal sistemlerin
yenilenme hızını aşsa bile, sürekli artmalı. Finansal çıkarlar, toplumların etik
değerlerini çürütse bile gözetilmeli. Reklamlarla, diziler ve sinema
filmleriyle, insanlara tüketimin mümkün olan en üst düzeyde olduğu bir yaşama
biçimi dayatılıyor. Mutluluğu sahip olduğumuz nesnelerle tanımlıyoruz ve
bunlara sahip olurken içinde yaşadığımız ekosisteme, yani kendimize nasıl bir
etkide bulunduğumuzu düşünmüyoruz.
Hırsın
saldırganlığa neden olması kaçınılmaz. Saldırganlığın bireysel düzeyde öfke
patlamaları, kötü niyetli davranışlar ve kavgalar, toplumsal düzeyde ise silahlanma,
askeri saldırganlık içeren politikalar ve polis devleti oluşumu biçiminde sayısız
örnekleri görülebilir.
Kapalı dünya
görüşünün yerine bağıntılı varoluşu kavrayan bir açıklığı, hırsın yerine gönüllü
paylaşımı, yardımlaşmayı, armağan vermeyi ve toplumsal düzeyde katılımcı bir
ekonomiyi, saldırganlığın yerine başkalarının acı çekmesine duyarlı olmayı
geliştirmek, bunları destekleyen kurumsal yapıların içinde yeralmak bir çözüm
olabilir.
Yorumlar
Yorum Gönder