Ana içeriğe atla

İnandığımız Hikayeler - Bu İşte Bir Yanlışlık Var



Zaman zaman, kendimizle, yaptığımız işlerle ya da birlikte olduğumuz kişilerle ilgili eksiklikler, yanlış giden bir şeyler olduğu düşüncesine kapılırız. Ancak ilk bakışta bu yanlışlığın ya da eksikliğin adını koyamaz, somut olarak anlatamayız. Kurguladığımız hikayelerden kaynaklanmayan, somut bir yanlışlık ya da eksiklik, elle tutulur, gözle görülür, yalın ve tekil olarak, çözümü bulunabilecek ya da kabullenilip uyum sağlanacak bir biçimde kendisini gösterir. Ancak genellenmiş, temelden bir eksiklik ve yanlışlık düşüncesinin kaynağını bulmak kolay olmaz. Bu örneğin bir sağlık sorunu, sızıntı yapan bir nükleer santral veya arkadaşımızın bize zarar veren davranışları gibi, belirli eylem ya da etkinliklerden kaynaklanan, açıkça gösterilebilecek bir şey değildir. Hoşnut olmamızı engelleyen daha temel bir yanlışlık ya da eksiklik varmış gibi hissederiz. Bu düşünceyi içinde yaşadığımız kültürden devşirdiğimiz göreceli, soyut kavramlarla destekleriz. Başarısızlık, yetersizlik, kusurluluk, değersizlik gibi. O zaman bu kavramları doğrulayacak somut eksiklikler ve yanlışlıklar aramaya başlar ve buluruz da. Bu düşünceler üzerinde yeterince durursak, karmaşık bir sorunlar yumağına gömülmemiz ve giderek kendimizi başkalarıyla karşılaştırıp kendi yetersizliğimize ilişkin acımasız bir yargıya varmamız işten bile değildir. O zaman bu yargının yol açtığı umutsuzluk, üzüntü, korku ve kaygıdan kaçmak ya da bunlarla savaşmak için, daha fazla şey elde etmek üzere içgüdüsel bir çabaya girişiriz. İşkoliklik, bir ilişkiden diğerine, yetişmek için kendimizi tükettiğimiz bir etkinlikten bir başkasına koşma, çözüm olarak sarıldığımız yollara örnek verilebilir. Ya da tam tersine atalete gömülüp depresyona girmek veya bağımlılık geliştirmek de sıkça verilen tepkiler olabilir.

Kendimize ya da ilişkide olduğumuz kişi ve durumlara ilişkin yanlışlık, değersizlik ve kusurluluk gibi soyut ve belirsiz yargılarımız nereden kaynak buluyor? Belki bunların kökeninde, diğerlerinden kopuk, tekil bir varoluşa mahkum, “düşman” bir dünyada savunmasız, güçsüz ve ölümlü bir varlık olduğumuzu bilinçli ya da daha çok, bilinçsizce kabul etmemiz olabilir. Sonlu ve değişken olan her şeyi, bir ölçüde eksik ve kusurlu kalmaya ve bu yüzden de “başarısızlığa” mahkum görmemiz doğaldır.

Benlik ve Eksiklik Duygusu

Benlik algımızı sağlamlaştırmak için, algıladığımız dünyanın, inandığımız hikayelerin süzgecinden geçip değişerek zihnimize düşen yansımalardan/yanılsamalardan oluştuğu gerçeğini bastırmaya, kendimizden gizlemeye çaba harcarız. Böylece kalıcı, değişmez ve herşeyden bağımsız, güçlü bir benliğe ilişkin tasarımın da kendi yarattığımız bir yanılsama olduğunu gizleyebiliriz. Bu gizleme çabasında yalnız olmadığımız ve doğadan kopmuş insan toplumlarının oluşturduğu dinsel veya laik kurumlarla, bu kurumların ürettiği hikayelerle desteklendiğimiz için, gerçeği görmezden gelmemiz kolaylaşır. Yine de kalıcı, değişmez ve herşeyden bağımsız bir benlik tasarımının boşluğu, bastırmaya ve görmezden gelmeye çalıştığımız en temel kaygı ve korkumuzu oluşturur. Eksiklik, yanlışlık ve sorunlu olma görüşü de kaynağını buradan bulur.

Bu temel kaygı ve korku, bazan kat kat maskelere bürünmüş olarak, çeşitli şekillerde su yüzüne çıkar: Ölüm korkusu, kaybetme korkusu, bunların bir kat daha örtülmeye çalışılmasıyla, ölümsüzlük elde etmek için çaba harcama, yaşamak için gerekenden fazla kazanç ve mülk elde etme, biriktirme isteği gibi. Bazan başkalarından daha enerjik ve güzel bir bedene, kusursuz ilişkilere, bağımlılık geliştirdiğimiz sayısız arzu nesnesine sahip olmayı, bazan da ölmeden önce mümkün olduğu kadar çok keyif verici deneyim yaşamayı (ölmeden önce yapılması gereken 1001 şeyi) takıntı haline getirebiliriz. Hepsine eşlik eden duygu, eksiklik ya da aksaklık duygusudur.

“Şimdiki anda bir eksiklik var, yapmam gereken, sahip olmam gereken bir şeyler var ya da kendimle/başkalarıyla ilgili bir aksaklığı düzeltmeliyim, hayattaki amacımı bulmalıyım,” gibi düşüncelerle ortaya çıkan eksiklik ya da aksaklık duygusunun hayatımıza ne kadar egemen olduğunun farkına vardığımızda ondan özgürleşebiliriz.

Kendimizi diğerlerinden üstün bir varlık gibi önemli, merkezi bir yere yerleştirmenin, yüceltilmesi, kişisel olarak geliştirilmesi gereken bir “Benlik” olarak, bir proje gibi gerçekleştirmeye çalışmanın bedeli, benlik duygusunun gölgesi olan eksiklik ve yanlışlık duygusudur. Bu eksiklik duygusunu ortadan kaldıramamanın etkisiyle suçluluk, kaygı ve korkular oluşur. Bu duygulardan nasıl kurtulacağımızı bilememek, onların güdümünde zorlayıcı itkilerle davranmamıza, duyduğumuz rahatsızlıktan geçici olarak kaçmamızı sağlayan çözümlere sarılmamıza neden olur. Kendi kurguladığımız ve bir nesneler yığını olarak karşımıza koyduğumuz dünyayı düzene sokacak, denetleyecek, onunla savaşacak sihirli güçlerimizin olmasını dileriz. Politik, dinsel ya da yaşama biçimimize ilişkin diğer seçimlerimizi yaparken, kaygılarımız karşısında sağlam bir güvence vaadeden hikayelerin (örneğin öte dünyada ya da belirsiz bir gelecekte, sonsuz yaşam ve mutluluk) ve koşulsuz peşinden koşulacak önderler sunan yapıların etkisinde kalırız. Kaygı ve korkuları geçici olarak hissetmememizi sağlayan uyuşturucular bulmaya çalışırız.

Temeldeki eksiklik duygusundan kurtulmanın yolu, kendimizi nesneler dünyasında, herşeyden bağımsız, değişmez, seçimlerinden sorumsuz ve eylemlerinin geri dönüşlerinden etkilenmez bir özne gibi algılamaktan vazgeçmek, inandığımız hikayelerin zihinsel birer kurgu olduğunun ve dünyaya ilişkin algılarımızı çarpıttığının farkına varmak olabilir. Ancak bu söylendiği kadar kolay olmadığı için, çoğunlukla güç ve ölümsüzlük isteğinin yansıması olan arzu nesnelerinin peşinden koşmanın ya da karşılanmayan bu isteklerin yarattığı acıdan kaçmanın daha doğru olduğuna kendimizi inandırmakta hiç zorluk çekmeyiz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dört Farkındalık Temeli Meditasyonu ve Düşünme Etkinliği

Meditasyon kelimesinin kökenini araştırdığımızda Eski Yunanca medomai, Latince meditatio kelimeleriyle karşılaşıyoruz.   Bu kelimenin kökü “med”, ölçüp değerlendirme, öğüt verme ya da iyileştirme anlamlarını taşıdığı kadar, düşünme, söylem üretme, bir konu üzerinde derinlemesine çalışma gibi anlamlara da geliyor. Aslında zaman içinde çok farklı karşılıklar atanmış bir kelime. Öyle ki bazan Eski Yunanca ve Latince’deki anlamının tamamen zıddına dönüştüğünü görüyoruz. Çünkü günümüzde meditasyon kelimesi, yaygın olarak   “zihni düşüncelerden arındırmak, boşaltma” ya da “düşünceleri durdurma” çabası anlamında da kullanılıyor. Sözü fazla uzatmadan söylemek gerekir, zihni tüm düşüncelerden arındırmak, boşaltmak imkansız olduğu gibi, geleneksel dört farkındalık (sati) temeli meditasyonunda   amaçlanan da, böyle bir “arındırma” ya da “durdurma” değil. Meditasyon, bütün düşünceleri durdurmak olarak   tanımlandığında,   zihinsel çalışmanın çok önem verilen bir...

Farkındalığın Tanımı - Thanissaro Bhikkhu

Nefes farkındalığı ne anlama gelir? Çok basit bir şey: nefesi akılda tutmak. Her nefes aldığınızda ve verdiğinizde nefesi hatırlamak. “Farkındalık” (mindfulness) terimini Pali dilindeki sati kelimesini çevirmek için oluşturan İngiliz akademisyen, büyük olasılıkla “başkalarının ihtiyaçlarını sürekli akılda tutmaktan” (be ever mindful of)   sözeden Anglikan duasından esinlenmişti. Ancak “farkındalık” sözü, Hristiyanlığa ilişkin bir kökenden geliyor olsa da, Buda da dört farkındalık temelini ( satipatthana) içeren meditasyon uygulamasında satiyi, akılda tutma yetisi olarak tanımlamıştı. “Farkındalık yetisi nedir? Bir bhikku ya da öğrenci, farkında olduğu zaman son derece dikkatlidir ve   çok uzun zaman önce yapılmış ve söylenmiş [öğretiyle ilgili] konuları aklına getirip hatırlayabilir. (Bu noktada dört farkındalık uygulaması formülü anlatılıyor:) Bedene, sadece bedenin kendisi içinde ve bedenle ilgili olarak, dış dünyayla ilgili hırs ve kaygıları bir kenara bırakıp, is...

Ya Asıl Önemli Olan Sıradan Deneyimlerimizse

  https://secularbuddhistnetwork.org/what-if-our-ordinary-experience-is-all-that-matters/   Aşağıdaki yazı Stephen ve Martin Batchelor’un bir inziva sırasında yaptığı dharma konuşmalarından derlenen “What is this; ancient questions for modern minds” (Bu Nedir; modern zihinler için kadim sorular) adlı kitaptan alınan bir bölümdür.  Kitap The Tuwhiri Project tarafından basıldı. 2018’de kurulan The Tuwhiri Project seküler dharma çalışması yapan kişi ve topluluklar için eğitsel kaynaklar üretiyor ve zor bir dünyada anlam bulmaya çalışanlara yardım ediyor. Şu anda kendimizi nerede bulduğumuzla başlayacağım. Sizin nerede bulunduğunuzu bilmediğim için de korkarım kendimden söz etmek zorundayım.  Şu anda deneyimlediğim şey, ne zaman bir mindere oturup olan bitenlere dikkat etsem karşılaştığım şeyle aynı. Yine de her seferinde deneyimlediğim şey her neyse bunu kelimelerle ifade etmekten tamamen aciz kaldığımı görüyorum. Seon [Korece: Zen ya da Dhyana] meditasyonu ya da sadece...